Organizasyonel Kültür, Liderlik ve İnsan Hakları
Kasım 2020’de yayınlanmış olan, benim geçen haftalarda izlediğim Türkiye’nin gerçek değerlerinden felsefe ve insan haklarına adanmış hayatıyla Filozof Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin Burcu Karakaş tarafından yapılmış, Kazım Kızıl tarafından kurgulanmış DW’deki söyleşisi beni çok etkiledi. Söyleşide Prof. Kuçuradi’nin sizi alıp götüren anlatım şeklinin, netlik ve sadeliğinin yanında derinliği çok etkileyiciydi.
Prof. Kuçuradi’nin söyleşisindeki her sözcük, her tema çok kıymetli. “İnsan hakları eğitimini tüm dallara koymak gerekir ama belgeleri anlatarak değil meslekle ilişkisini anlatarak.” diyor Prof. Kuçuradi. Ben de kendi uzmanlığım açısından yorumluyorum bu ifadeyi: Evet, mesleklerle ilişkisi, üstlenilen görevlerle ve sorumluluklarla ilişkisini, etkisini ve bu kavramı nasıl “el üstünde” taşırız konusunu düşünmek gerekir diyorum. İşin felsefesi yani ? Felsefenin pratiğini, hayattaki bazı örnekleriyle paylaşmaya çalışacağım.
Bireylerin kendilerini ifade etme, düşüncelerini paylaşma özgürlükleri insan hakları kavramının konusu. Buradan devam edeceğim:
- Sırf organizasyonun sınırları içine girildi diye, “ama bizim kültürümüzde üstümüzün önerdiği bir fikre alternatif fikir üretmek, farklı bakış getirmek, beğenmemek yok -yani ne denirse onu yaparız-”, dendiğinde en temel hak özelinde bir yorum yapmış olmuyor muyuz?
- Bir çalışan bir konuda geribildirim vermek istese ya da bir yaklaşımın arkasındakileri merak eden sorular sormak istese, başıma ne gelir endişesi taşıyorsa, bir başka deyişle psikolojik olarak güvende hissetmiyorsa, bu da temel haklara dair bir şey söylemiyor mu?
- Başka bir psikolojik güvenlik konusu… Yöneticiler de dahil olmak üzere aldıkları kararlar bireyleri eleştirel baskı altında hissettirecekse, psikolojik güvensizlik hissi baskın çıkacaksa, yine insan hakları çıkmaz mı karşımıza?
Peki?
Örnekler sonsuza gider herhalde! Sonuçları neler, peki?
- Organizasyonlar için en etkili, verimli ya da doğru kararların alındığını söyleyebilir miyiz?
- Düşüncesini ifade etmekten, paylaşmaktan korkmayan, buna cesaret eden kişi, kişiler; aldığı kararlarla ilgili eleştirel baskı altında kalacağını hissetmeyen kişiler organizasyonda bir avucu geçmeyecek ise o zaman organizasyonlar ne kadar “inovasyon” yapabilir, ne kadar ya da çalışanları arasında seviyeden bağımsız “iş birliği” ya da “çevik” ortamları yaratabilir?
- Yetkilerin korkusuzca kullanıldığı –çünkü birilerinin kullanması gerekecek-, düşüncelerin ifade edilmekten çekinilmediği –çünkü birilerinin ifade etmesi gerekecek-, kararların çekinmeden alındığı –çünkü birilerinin alması gerekecek– tek ve sadece ve belki de yalnız bir “liderler sınıfı” yaratmaya neden olmaz mı?
Pasiften Aktife
Bunların organizasyonda olmaması gerekir, elbette olmamalı, diyebilirsiniz. Liderlik rolündeki kişiler için de eminim çok nettir: Elbette bu şekilde olmamalı, çalışanlar beni eleştirebilmeli, görüşlerini söyleyebilmeli, çevik ekiplerde ve işbirliği içinde görüşlerini net olarak ifade edebilmeli ki inovasyon olsun vb… Ancak Prof. Kuçuradi’nin söylediği gibi bu tip cümleler “pasif” cümleler. Evet, Türkçe gramer yapısında bildiğiniz “pasif” cümleler.
Öznesinin kendimiz olduğu aktif cümle sorularını cesaretle sorup gereğini yaptığımızda organizasyonları daha yaşanılası sosyal alanlar yapmak, insanların kendilerini bir birey olarak daha bütünsel var ettikleri yerler haline getirmek mümkün. Özetle, hem çalışan hem de lider olarak sorumluluk almak gerekir, değil mi?
Felsefe sadece “Felsefe” değildir…
Ece Aktan