Avrupa Süper Ligi: İnovatif bir İş Modeli mi Gücün İktidarı mı?
Yeni olmayan Avrupa Süper Ligi kurma düşüncesini ilk duyduğumda, yok canım olur mu öyle şey, dedirtmişti bana. Son günlerde ise artık kuruluşunu ilan eden bu lig ve bunun karşısındaki kurumların açıklamaları, Avrupa’daki taraftarların, kulüplerin, teknik adamlar ve futbolcuların tepkileri bu oluşumun tartışmasını başka bir yere getirdi.
Avrupa Süper Liginin ve Real Madrid Futbol Kulübünün Başkanı Florentine Perez’in konuşma metnini okudum. Aynı zamanda UEFA’nın resmî sitesinde bu oluşuma karşı İngiliz, İspanyol ve İtalyan futbol federasyonlarıyla birlikte yayınladığı yazıyı da… Bir de UEFA Başkanı Aleksander Ceferin’in “Avrupa Süper Ligi her şeyin üstünde açgözlülükle besleniyor.” ifadesini kullandığı konuşmasını da dinledim.
F. Perez’in konuşmasında şu söylemler vardı: bittik, mahvolduk, korkunç paralar kaybettik (5 milyar €, sanırım pandemiyle geçen iki sezonda), gençler de artık futbol seyretmiyor; tüm suçlusu Şampiyonlar Liginin mevcut modeli, hele ki 2024’teki yeni model daha da kötü, onu beklersek hepimiz zaten ölmüş olacağız…
Taraf mı, Taraftar mı…
Konu giderek ısınacak, öyle görünüyor. Bu durumu iş modeli, değişim ve organizasyonel kültür açısından değerlendirmek istiyorum. Bu işin görünen iki cephesinin birinde Avrupa Süper Ligi varken, diğerinde UEFA ve şimdilik yukarıda saydığım ülke federasyonları var. Avrupa Süper Ligi temsilcilerinin söylemlerine baktığımda, bu iş modelinin temelinde değer yaratılmak istenen “takım bilançolarını” ve sadece “takımların patronlarını” görüyorum. Peki futbolun, diğer paydaşları teknik direktörler, futbolcular, ya taraftarlar nerede? diye sormadan edemiyorum. Şu ana kadarki okumalarımdan değişen bu modelin onlara ne katacağına dair güçlü bir fikir edinemedim. Sadece güç konuşmaları var, meydan okumalar var: Ulusal maçlara katılmayacaklar! Hayır katılabilecekler! Yerel liglerden men edilecekler! vb. Güç gücü çağırıyor, herkes bir öncekinden daha sert olmaya çalışıyor.
F. Perez’in açıklamalarda dikkatimi çeken bir başka söylem ise “gençlerin artık futbolla ilgilenmedikleri gibi ilgilerini dağıtan başka şeylerin olduğu”. Peki bu yeni ligde gençleri çekebilecek olan şey nedir, gençler için nasıl bir değer yaratılması planlanıyor? Şu anda ilgilerini dağıtan o şeyleri bırakıp Avrupa Süper Ligine (ASL) gelmelerini sağlayacak değer (teklifi) nedir?
Eğer taraftardan gelir elde edilmek isteniyorsa ki öyle; o zaman taraftarın futbolla ilgili kafasına taktığı hangi derde, probleme deva olacak bu yaklaşım? Şampiyonlar Liginin yaratamadığı hangi heyecan ve tatmin duygusunu yaratacak? Şikâyet edilen gençler de dahil farklı taraftar kitlelerine nasıl bir değer ve amaç sunulacak, şimdiye kadar yaşanmamış nasıl bir taraftarlık duygusu yaşatacak?
Buraya kadar söyleyebileceğim şey, ASL iş modeli ne yazık ki ilk adımında sınıfta kalmış görünüyor: Bir değer (teklifi) tarifi yok!
Diğer taraftan, eminim tüm detaylarıyla çalışılmış bir iş modeli de vardır diye düşünmek istiyorum; aksi takdirde dünyanın en büyük yatırım bankalarından biri bu ligi destekleyeceğini açıklamazdı. Zaten takımların ait oldukları ülkeler, büyüklükleri, taraftar kitlelerinin genişliği vb. kriterlere bakınca beklentiyi anlayabiliyorsunuz. Ancak, tüm bunları alt alta koyduğumda inovatif bir iş modelinden ziyade, gelir paylaşımlarının “zaten hak edenler” arasında paylaşılacağı, küçüklerin (!) kendi mahallelerinde top koşturmaya devam etmelerini “salık veren” bir “güç” anlayışı görüyorum.
Ortak amaçlar, değerler… mi dediniz?
Bu hikâye aynı zamanda bir değişim hikayesi. F. Perez, bu ligin futbolu kurtarmak için kurulduğunu söyledi… Futbol mu, yoksa azalan gelirler mi kurtarılacak? Gerçekten, problem nedir? Biz yaptık oldu, yaklaşımının güzel bir örneği! Problemi ve çözümü tanımlarken kimsenin dahil edilmediği (şimdilik bildiğim), kendileri dışında kime ve neye hizmet ettiği anlaşılmayan, bir dışarıda bırakma hikayesi. O kadar çok yanlış var ki… Vaka analizi olarak üzerinde çalışılması gerekir.
Liverpool Teknik Direktörü Jürgen Klopp’un röportajında vurguladığı “değişime dair”, “kültürle ilgili” konuların ya da “#değerler”in de önemli olduğunu düşünüyorum. Hatırlatmak isterim, bir işçi sınıfı takımı olarak kurulan ve taraftarlarının bundan gurur duyduğu Liverpool da Avrupa Süper Ligi’ne gireceğini açıklayan takımlar arasında yer alıyor; yani ayrıcalıklı sınıfın yanındayız, diyen bir yönetim var. Klopp, ne oyuncuların ne de kendisinin sürece dahil edildiğini ifade etti ve takımın yüzleri biziz, diye ekledi. Şu cümlesi de çok şey söylüyordu: “Takım herhangi birimizden daha büyük, herhangi birimizden…” Bahsettiği şeyin, takımın temsil ettiği değerler, insanları bir arada tutan ortak amaç ve değerler olduğunu düşünüyorum.
UEFA’nın açıklamasında yer alan, “bunca şey varken ve birlikte dayanışma içinde durmak gerekirken, yapılana bakın… Yeter artık!” demesi. Bir isyan!
Eğer gerçek bir inovasyon ihtiyacı varsa; UEFA ve üye ülkeler ve takımlar ve diğer paydaşlar bir araya gelerek önce problemi tarif edebilirlerdi: Problem; gençlerin artık futbolu sevmemesi mi, büyük kulüplerin devasa gelir kaybı mı, UEFA’nın yeni modelini yeteri kadar anlatamaması mı?
Oysa ki bir arada durup önce problemi tanımlayıp ardından birlikte çözüm üretilmeye çalışılsa tüm paydaşlar için daha etkili, uzlaşılmış ve uygulanabilir olmaz mıydı?
Görüşüm, güçlüden yana, gelirin belli bir grupta toplandığı Avrupa Süper Liginin toplum değerlerinde, insani yaklaşımlarda, neyin değerli olduğuna dair verilen mesajlardaki inandırıcılığı etkileyeceği; en koyu taraftarların bile takımlarına olan inancını kendi değerleriyle örtüşmediği için sorgulatacağı yönünde.
Bu hikâye bana Avrupa Süper Ligi temsilcileri açısından Orhan Veli’nin Cımbızlı Şiirini anımsattı ve şöyle uyarlamak istedim:
Ne futbol sevdası
Ne pandemi belası
Elinin altında para
Umurunda mı dünya!
Sağlıkla kalın!
Ece Aktan
Photo by Sandro Schuh on Unsplash