Güven, her zaman belli bir “yola ihtiyaç duyar”.
“Güven, egonun ilk görevidir” der Erik Erikson (1902-1994, Psikolog, Teorisyen), insanın psikososyal gelişim evreleri kuramında. Erik Erikson’a göre psikososyal gelişim adımlarının ilkidir “güven ya da güvensizlik” geliştirmek: Sonunda da “umut” etmeyi öğrenir insan. Bu öğrenme süreci hayatın ilk yıllarını alır. Sonrasındaki yıllarda bu temel üzerinden şekillenerek bizimle yola devam eder. Güven, her zaman belli bir “yola ihtiyaç duyar”, yolda ilerlerken güçlenir ya da kayboluverir. UNICON değeri olarak hissettiğimiz “güven” duygusu, hikayemizde bizimle hep yoldaydı. Birbirimizin yanında savunmasız kalmaktan çekinmeden -savunma yapmak zorunda hissetmeden-, düşünce, söylem ve eylemlerimizin doğruluğunu sorgulamadan… Sonunda öyle güçlendi ki bize hissettirdiği cesaret ve özgüvenle yeni bir yola girdik.
Danışmanlık dünyasındaki meslektaşlarımız bilirler, mesleğin herhangi bir anında iki kült kaynak çıkar karşımıza: İlki tüm danışmanlık yaklaşımını sistematik şekilde anlatan, bilinen yöntem ve tekniklerin asla yetmeyeceğini, danışmanlığın yöntem ve tekniklerin ötesinde bütünsel bir yaklaşım, anlayış, kimlik gerektiğini anlatan Peter Block’un “Flawless Consulting” kitabı. İkincisi, Charles H. Green ve Andrea P. Howe tarafından kaleme alınan “The Trusted Advisor”. Green ve Howe sadece danışmanlık sektöründe çalışanlar için değil, hangi alanda olursanız olun iç-dış müşterileriniz ve diğer paydaşlarınız için nasıl “güvenilir bir iş ortağı” olunur, onun formülünü verir. Block’un “1. Entry and Contracting / Giriş ve Kontrat” aşamasında başlayan ve süreç boyu devam eden bir ilişki vardır; bu ilişki yol alır ve en başta güven tesis edilmediyse tüm paydaşlar yarı yolda kalır. Green ve Howe’un çok bilinen güven (güvenilirlik) formülünde uzmanlık (credibility), özü sözü davranışları bir olmak (reliability) ve samimiyetin (intimacy) mutlaka, güçlü ve dengeli şekilde sergilenmesi ihtiyacı vardır. Ancak, bu üç kavram ne kadar güçlü olursa olsun, eğer güvenin öznesi olan kişi ilişkide kendini merkeze, odağa koyuyorsa (self-orientation), bu değişken bir bölen etkisiyle ortada ne kadar uzmanlık, güvenirlik ve samimiyet varsa alıp götürecektir. Böyle bir durumdaki samimiyet ve güvenirliğin de ne yapılırsa yapılsın zaten istenildiği kadar yüksek olamayacağını söylemek yanlış olmaz.
Kaynak: Charles H. Green and Andrea P. Howe. Trusted Advisor. https://trustedadvisor.com/why-trust-matters/understanding-trust/understanding-the-trust-equation |
Avrupa Değerler Çalışmasından doğmuş, kurucusu ve ilk başkanı Profesör Ronald Inglehart (1981-2013) ve ekibi tarafından 1981’de başlatılmış olan Dünya Değerler Araştırması (www.worldvaluesurvey.org), dünya nüfusunun %94.5’ini temsil eden Türkiye’nin de içinde olduğu ve Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in Yönetim Kurulu Üyeliğini yaptığı bu araştırma 120 ülkede 5 yıllık dönemlerle gerçekleştiriliyor. Araştırmanın amacı, değişen değerleri ve bunların sosyal ve politik yaşam üzerindeki etkilerinin incelenmesi, değerlendirilmesi olarak tanımlanıyor.
2017-2020 yılları arasını kapsayan 7. dalga sonuçlarına bakıldığında hem dünyayla hem de ülkemizle ilgili “güven” ve “itimat”la ilgili dikkate değer sonuçlar göze çarpıyor.
Çalışmanın tamamına takip eden bağlantıdan ulaşabilirsiniz. http://www.worldvaluessurvey.org/WVSDocumentationWV7.jsp
Yukarıdaki tablolar ilginç sonuçlara işaret ediyor. Türkiye’ye baktığımızda, 58. sorudaki aileye duyulan güvenin neredeyse koşulsuz olması hali, 57. sorudaki insanların çoğu güvenilmezdir oranıyla kıyaslanınca zihinlerde, ruhlarda, sosyal hayatta ezici bir güvensizlik hissiyatı gerçeğiyle yüzleştiriyor bizi…
Buraya almadığımız başka bir soruda “kişisel olarak tanıdığınız insanlar” için güven derecesi sorulmuş: Tamamen güvenirim diyenler %14.3, pek güvenmem diyenler ise %21. Biraz güvenirim diyenler %56.6. Yani, güvensizlik hissiyatıyla yaşayanların yüzdesi %77.6; toplumun ¾’ünden fazla.
Şirketlere duyulan itimat sorulduğunda ise, bu oranlar neredeyse yarı yarıya itimat edenler ve etmeyenlere işaret ediyor.
Yukarıdaki tablolarda aynı zamanda hem coğrafi komşularımız hem de siyasi-ekonomik gündemimizde yer alan ülkeleri bir araya getirmek istedik. Benzeşen yönlerimiz, farklı yönlerimiz var. Toplumsal hayattaki deneyimlerin etkisi ülkeler arasında gezindiğinizde ilk bakışta şunları düşündürüyor: Savaşlar, ekonomik krizler-durumlar, demokrasi deneyimi, aileye bakış, yardım/ihtiyaç çağrısına kim cevap veriyor vb.
Tüm bu datayı Green ve Howe’un güven eşitliği üzerinden okursak, çok net olan bir şey hemen gözümüzü alıyor: İlişkilerde, eşitliğin altındaki “kendini merkeze koyma-kendi çıkarını ön plana alma-karşıdakini duymama/kendi gündemiyle yol alma tercihinin” büyük ölçüde ortaya çıktığı gerçeği. Hem de bu ortaya çıkış öyle incitici öyle can acıtıcı olmuş ki, %82.6 oranında aile bireyleri dışında neredeyse kimseyle güçlü ve şüphesiz bir ilişkimiz yok gibi.
Bireyselleşen toplumun kaçınılmaz etkisi mi? İçsel bakışların “kaçamak” şekilde atıldığı, olgunlaşma serüveninde yeteri kadar yol alınamadığı için olabilir mi? Ya da kötü deneyimlerimizin sonucunu genelleştirme eğilimimiz mi var? O zaman neden hep kötüyü referans alma eğilimindeyiz? Kimseyle paylaşamadığımız tekrarlayan güvensizlik deneyimlerimi mi yaşıyoruz?
Duygular bulaşıcıdır ve karşılıklıdır. Biz de, bu yüzden “güven”e dayalı iş birlikleri kurmak istiyoruz, bizim de ihtiyacımız olduğu için; belki de iyi şeyleri bulaştırabilme olasılığımız olduğu için…
“Güven”le gidecek daha çok yolumuz var.
Umutla, sevgiyle
UNICON Ekibi Altuğ, Berna, Ece
Bir cevap
[…] “Uzmanlık”, Green ve Howe’un güven eşitliğinde ifade ettiği faktörlerden biri (Bkz. Güven her zaman belli bir “yola ihtiyaç duyar”) . Edelman’ın raporunda aşağıdaki grafikte de gösterildiği şekilde, şirketlerdeki teknik […]
Yorumlar kapatıldı.